29/12/2012, Cumartesi, Pacific Grove, CA
L. bütün gece yine çığlıklar içindeydi. Ne uyudu, ne uyuttu. Ah bebeğimin bu sorununa bir çözüm bulabilsek. Kahvaltı için dün gece yaşadığımız aynı sorunu yaşadık. Yenilebilir düzgün yerlerde bekleme süresi 40 dakikaydı. Biz de Archie’s American Café’ye girdik ama yine sonuç hayal kırıklığıydı. L. hala bir şey yemiyor.
İlk olarak Pacific Grove’un okyanus sahillerinde güneşlenen fokları izledik.
Bunlar arasında devasal bir deniz aslani da vardı.
Sonra ormanı okyanus sahilleriyle, golf parkları ve lüks malikâneleriyle meşhur 17 Mile üzerinde dolaştık.
Meşhur golfçu Tiger Woods da burada antrenman yapıyormuş.
Manzaranın ve doğanın güzelliği yanında, zenginlerin emekli olduğu bölge olarak çok nezih elbette. Doğa bu bölgede güney ve orta Kaliforniya’dan oldukça farklı. Daha yoğun yeşil ve tropik ağaçların yerine, daha çok yüksek alanlarda yetişen büyük ağaçlar var. Gökyüzü daha bulutlu ve gri.
17 Mile’in sonunda, meşhur Carmel-by-the-Sea şehrine gittik.
Aktör Clint Eastwood bir zamanlar buranın valiliğini yapmış. Hansel ve Gratel masalından çıkma evlerden oluşan bu şehrin merkezi Santa Barbara şehir merkezini biraz andırıyor.
Sahil kenarındaki evler de görülmeye değer. Ancak tüm bu güzelliğe rağmen burayı bir kere görmüş olmak bana yetiyor. Bir daha gelme isteği doğurmuyor içimde. Hâlbuki Santa Barbara, özellikle Santa Ynez’i unutamıyorum…
Akşam yemeğini önceden rezervasyon yaptırdığımız Red House Café’de yedik. Bebeklere pek uygun bir yer olmasa da, yemekler muhteşemdi.
30/12/2012, Pazar, Haight, San Francisco
Sabah kahvaltımızı Fransız pastanesi Bechler’de yaptık. Çok özel olmasa da başka seçeneklerden daha iyiydi. Çok şükür L. sadece bir kere uyandı, o yüzden üçümüz de daha iyi başladık güne. San Francisco’ya doğru yola çıktık.
İlk durak hippi şehri olan Santa Cruz oldu. Sörfçüler için hoş bir durak. Herhalde San Francisco’da yaşayanlar için şehir dışında, kısa mesafede uğranılacak bir yer. San Francisco’ya varmadan önceki son durağımız Half Moon Bay oldu. Burası da oldukça ufak bir sörf kasabası. Görülecek bir şey var diyemem. Bizim uğramamıza değmedi.
San Francisco’da Haight Mahallesi’nde bir daire kiraladık.
Viktoryan bir binada çok hoş bir daire. Haight bohem, hippi bir mahalle.
İstanbul’da Cihangir’e tekabül ediyor. Ana caddesi de Beyoğlu’na. Aslında burada çok hoş eskici dükkânları var. Eski kıyafet ve eşya bulmak mümkün. Başka yerlerde bulunamayan hazineler var. Soğuk ve karanlık olmasa, L.’nin da uyku saati geliyor olmasa bu dükkânları teker teker dolaşmak isterdim.
LA’den beter korkunç bir trafiğe girip, dünyanın en büyük ve çok da hoş bir parkı olan Golden Gate Parkı’ndan geçerek meşhur Golden Gate köprüsünü görmek üzere Fort Point’e gittik.
Bu köprü gerçekten zarif bir köprü. Şansımıza da normalde sisli olan San Francisco havası açık ve güneşli. Manzara harikaydı. Koy İstanbul Boğazı’nı andırıyor. Sörfçüler, yelkenliler harika bir görüntü oluşturuyor. Buradan ayrıca şehir de çok güzel görünüyor.
31/12/2012, Pazartesi, Haight, San Francisco
…
Dıştan bakınca San Francisco gözüme büyük, yoğun ve kalabalık göründü. Gerçekte öyle değil. Oldukça orta boyutlu bir şehir sayılabilir. Nüfusu 900 bine yakın. Her yer birbirine yakın. Ama rengârenk ve özgün, düğün pastalarını andıran Viktoryan evlerin mimarisiyle, yokuşlarıyla, okyanusu ve sahilleriyle, büyük yeşil alanıyla ve heyecanlı sosyal ve gece hayatıyla oldukça yaşanır ve hoş bir şehir aslında. Tüm Amerika içinde merkezi ve kozmopolit bir şehir olarak en hoş ya da yaşanır şehir gibi geldi bana.
Laurel Heights Cisco’nun CEO’su gibi zenginlerin yaşadığı nezih ancak mütevazı denilebilecek bir mahalle ve evlerden oluşuyor. Şehir merkezi diğer tüm Amerikan şehir ve finans merkezlerinden farksız. Ancak Çin Mahallesi dünyadaki (Çin dışındaki) en geniş Çin Mahallesi.
Japon Mahallesi hemen kendini düzen, temizlik ve sadeliği ile belli ediyor. Mission Mahallesi daha Hispanik etkenlere sahip duvar resim ve sanatlarıyla meşhur. Castro ise renkli gece hayatı ve eşcinsellerin mahallesi olarak biliniyor. Aslında renkliliği ve canlılığı benim hoşuma gitti.
Şehrin sahilleri birçok iskeleyle donanmış. En meşhur iskeleler Pier 39 ve Fisherman’s Wharf. Alcatraz Hapishanesi’nin bulunduğu adaya da bu iskelelerden feribota binilerek gidiliyor. Ancak Alcatraz’a giriş biletleri günler hatta bazen aylar öncesinden tükenebiliyormuş. Ancak buraya girebilen herkes gitmeye değer, değişik bir tecrübe olduğundan bahsediyor.
Koyun hemen ötesinde Oakland gibi başka şehirler var. Koy çevresinde şehirlerarası feribotla ya da Golden Gate ve Bay Bridge gibi köprüler üzerinden seyahat edilebiliyor. Bunlar içinde San Francisco (hatta sanırım tüm A.B.D. içinde) Uzakdoğulu nüfusunun en çok olduğu şehir.
Stanford Üniversitesinin kampüsüne de gittik. Sadece 11 bin nüfuslu bir üniversite için çok geniş, başlı başına bir şehir gibi bu kampüs. Yine de pek görmeye değmedi.
02/02/2013, Çarşamba, Napa Vadisi Yolu, CA
Dün San Francisco sokaklarında dolaştıkça, cumbalı, renkli, ahşap evleri gördükçe, hele hele koyda yalı ve konaklara benzeyen ve tamamen Sarıyer, Tarabya ve yer yer Bebek’i andıran mahallelerden geçtikçe bu şehrin İstanbul’a benzerliğine iyice şaştım. Tabii İstanbul’un daha küçük, düzenli, temiz ve daha az kalabalık versiyonu.
Dik yokuşuyla meşhur Lombard Street’te dolambaçlı bir yokuştan inmek zorunda kalan arabalar ve yayalar çok hoş ve San Francisco’ya özgü bir görüntü oluşturuyor.
Mission Mahallesi’ndeki Meksikalılar tarafından çizilmiş canlı, renkli duvar resimlerini gün yüzüyle görmek de daha anlamlı oldu.
Koydaki Fisherman’s Wharf ve Pier 39 iskeleleri, buraların sunduğu deniz ürünleri yemekleri ve hoş dükkânlarıyla turist akımına uğruyor. En güzeli de Pier 39’dan görülen denizaslanları. Burada güven içinde güneşleniyorlar.
80’lerde İkiz Tepeler diye bir dizi vardı. Müziği çok gizemli ve ilginçti ancak o dönemlerde küçük olduğum için diziyi takip etmemiştim. Dolayısıyla San Francisco’da çekildiğini bilmiyordum. Twin Peaks’e (İkiz Tepeler) çıktık ve tüm şehrin manzarasını çok net ve güzel bir şekilde gördük. Boğaz’ın sırtlarına çıkmış Marmara’yı izler gibiydik. Benzerlik inanılmaz.
Normalde burada hava sisliymiş ama şansımıza hep güneşli oldu bizim için.
…
Bu arada L. her yere kolayca tırmanmaya ve ayaklarını kaldırarak dans etmeye başladı. Çok tatlı. Bir de koşup bacaklarımıza sarılıyor ve öpüyor. Çok sevgi dolu canım yavrum.
Bugün ilk olarak Golden Gate köprüsünden geçerek San Francisco’nun hemen dışındaki banliyö vari Sausalito kasabasına gittik.
Bir nevi Büyükada gibi. Buradan San Francisco ve Alcatraz harika gözüküyor.
Kasabanın kendi de çok sevimli. Hatta bu koyda yaşamak gerekiyorsa, Sausalito en huzurlu ve nezih yaşam yeri olabilir.
Napa Vadisi’ne yolculuk yoğun kırmızı ve “Petrified” (Ürkmüş) Ormanları’ndan geçtiği için masalımsı.
Yer yer hava günlük güneşlik olmasına rağmen, yüksek ve sık ağaçlardan dolayı karanlık yollardan da geçiliyor.
Napa Vadisi’nde Sterling bağlarına gittik.
Tabii şimdi bağların açma mevsimi değil.
Ama yine de doğa çok güzel tabii ki. Yine de üzüm bağları ve vadi olarak Santa Ynez’i tercih ettiğimi fark ettim. Santa Ynez bölgesinin doğası ve çevresindeki kasabalar bir başka güzel. Bir nevi Santa Ynez’ in ve çevresindeki Los Olivos ve Solvang gibi kasabaların tadına varıldıysa, Napa Vadisi’ne doğa için gelmeye gerek yok. Gerçi Napa Vadisi’nin Cabarnet Sauvignon şarapları çok meşhur ve değerli sayılıyor.
San Francisco’ya dönüşte yine üzüm bağlarına sahip Sonoma Kasabası’nda durakladık.
Burası A.B.D.’deki en geniş kasaba meydanına sahip.
Aslında buraya meydandan çok park demeli. Oldukça sevimli bir kasaba Sonoma.
03/01/2013, Perşembe, San Francisco, CA
Günümüzü bu küçük şehirde tekrardan dolaşarak ve daha önce uğramadığımız Alamo Meydanı’nda sıra dizilmiş Viktoryan evleri görerek geçirdik.
Güzelim Golden Gate Parkı’nda Japon Çay Bahçesi’ni ve Çin Pavilyonu’nu gördük. Burada ayrıca Bilim Müzesi gibi ilginç müzeler, binalar ve heykeller de var. Alcatraz’a bilet bulamamamız yazık oldu. San Francisco’da fazladan bir gün geçirmiş oluyoruz.
Aslında bu gezide San Diego’ya bir gün ve Santa Barbara ve Solvang’i daha iyi gezebilmek için fazladan bir gün daha ayırmalıydık. Yani San Francisco’dan en az bir gün azaltılabilirmiş (tabii Alcatraz’a gidilemediği için). Ama her hâlükârda Santa Barbara ve bölgesi bir bütün gün daha gerektiriyordu.
03/01/2013, Perşembe, San Francisco, CA
Günümüzü bu küçük şehirde tekrardan dolaşarak ve daha önce uğramadığımız Alamo Meydanı’nda sıra dizilmiş Viktoryan evleri görerek geçirdik.
Comments