top of page

Lübnan ve Suriye Bölüm III


Pazar, 27 Aralık 2009 Bugün oldukça uzun ve yoğun bir gündü. Tüm Şam tarihini ve eserlerini bir güne sığdırmaya çalışınca böyle oluyor. Rehberin bize anlattıklarını tabii buraya yazmam mümkün değil. Ancak şehirle ilgili izlenimlerimi aktarabilirim. Şam dünyanın en eski içinde yaşanılan şehri. Tam bir kargaşa. Havada sürekli bir duman ve kömür kokusu var. Koku kıyafetlerimize ve saçlarımıza sindi. Eski Şam, Sultanahmet ve eski Dakka arası bir yer. Tabii Dakka kadar kalabalık değil ama yine de düzensiz.

Tarih öncesi, neolitik çağlara kadar uzayan tarihinden eski Yunanlar, Romalılar, Bizans, Araplar ve Türkler (400 yıl) geçmiş. Lübnanlılar gibi geçmişlerinde Finikeliler olmasına rağmen, Lübnanlılar gibi Arap değiliz demiyorlar. Şehir dağlarla çevrili. Çarpık yapılaşma şehirde güzelliğe ve yeşilliğe dair hiçbir şey bırakmamış.

Büyük Avrupa güçleri Arapları Osmanlılara karşı kışkırttıktan sonra, Suudi Kralı Faysal, Suriye, Lübnan, Filistin ve Ürdün’den oluşan toprakların başına getirilmiş ama ömrü pek uzun olmamış çünkü büyük güçlerin kuklası olmaktan öteye geçememiş. Bu birleşik ülke grubuna Şam Ülkeleri denirmiş ve Şam başkentiymiş. Suriye'de konuşulan Arapçada "metelik", "düz para" gibi Türkçe kelimeler ve terimler mevcut. Şimdiki ülke başkanı Esad el-Başir sarayında yaşamıyormuş. Halk arasında, tepelerin yakınında, zenginlerin oturduğu mahallede bir apartmanda oturuyormuş. Sarayını çalışma için, ofis olarak kullanıyormuş. Halka karşı "açık kapı"politikası varmış. Ülkenin her yerinde başkanın resimleri var ama rehbere göre kendisi bunu sevmiyormuş; halk onu sevdiği için resimleri asıyormuş.

Milli Müzeleri inanılmaz zengin. Fazla imkanları olmamasına rağmen British Museum, Louvre'la yarışabilecek bir müze ortaya çıkarmışlar kanımca. Farklı medeniyetlerdeki sarayların, tapınakların replikalarını çıkarmışlar ve çok etkileyici. Müzenin hemen yanında Osmanlıların inşa ettiği cami ve kervansaray var. Bu kalıntılara bakınca insan kendini aynen İstanbul’da zannediyor.

Gördüklerimiz arasında diğer etkileyici yapılar ve mekanlar: Al-Hamidiye Çarşısı (Sultan Abdülhamit tarafından inşa edilmiş ve dükkanlar ve sattıkları tam 1001 gece masallarını andırıyor), Emevi Camii ve Azem Sarayıydı.

Emevi Camii eski tarihte bir Jüpiter tapınağıymış. Yunanlılar zamanında Zeus, Yunanlılardan önceki medeniyette de Baal tapınağıymış. Yani her gelen önceki tanrıyı kendisiyle özdeşleştirip yeni bir ibadethaneye çevirmiş. Romalıların Jüpiter tapınağı, Bizans tarafından kiliseye, Müslümanlar tarafından da camiye dönüştürülmüş.

Altın kaplama mozaikler gerçekten çok dikkat çekici. Hz. Yahya’nın da kesilmiş başı burada gömülü.

Azem Sarayı da Osmanlılar tarafından, Osmanlı’nın Şam Valisi Asad al-Azem tarafından yine Topkapı Sarayı stilinde, Lübnan’daki saraya benzeyen haremlik, selamlık, avlulardan oluşuyor. Hoş bir saray. Lübnan’dakinden daha güzel. Avludaki portakal ve limon ağaçları çok şirin.

Eski Şam öyle dar sokaklardan oluşuyor ki sanki evlerin cumbaları birbirinin üstüne düşecek. Pencereden pencereye insanlar atlamaya gerek kalmadan rahatça geçebilirler. Sokaklar çöplerle kirli değil ama çok tozlu. Hava kirliliği büyük bir problem. Surları çevreleyen nehirler lağım kokuyor. Birçok bina çöktü çökecek görüntüsünde.

Daha önce de yazdığım gibi güzel bir şehir değil ama tarih dolu. Kaynakları olmadığı için de tabii eserleri yenileyemiyorlar. O dapdaracık sokaklarda küçük kapılardan içeri girince insan kendini bambaşka bir dünyada buluyor. Dışarıdan küçük ve dar gözüken evler, içeriden inanılmaz geniş. Büyük avlulu evler, özellikle zenginlere aitse, her biri birer saray niteliğinde dekore edilmiş.

Trafik düzeni Dakka kadar olmasa da yine de kötü.

Eğer nüfus Dakka kadar olsaydı aynı durumda olurdu. Masa ve yemek yeme adetleri ve adapları [...].

Her geçen gün Türkiye’yi köşe bucak gezmekle, insanın tarih ve doğa bakımından dünyayı gezmiş gibi olacağını düşünüyorum. En azından Akdeniz'i çeviren ana medeniyetlerin ve üç büyük dinin tarihini görmek için. Belki de yaşlanıyorum.

Bu sırada, bu gezi sırasında psikolojik olarak kendimi çok daha iyi hissediyorum. [...]Beynimde sürekli her şeyi sorgulayan sorular dönmüyor. Bir şekilde ya kendimden daha uzaklaşıyorum ya da günlük koşuşturmalardan uzak olduğum için daha da yaklaşıyorum gerçek benliğime, bilemiyorum. Sonuçta mutlu hissediyorum. Her sabah uyandığımda ve gün içinde zaman zaman yine [...] hatırlayıp, düşünsem de, kendimle daha bir barış içindeyim gündelik hayatımdan uzak olup, seyahat ettiğim zaman.

bottom of page