top of page

Mısır


Şimdi bloğumun üçüncü aşamasına başlıyorum. Yani seyahatlerimde tuttuğum günlüklerden bazı parçaları (tümünü değil elbette, tüm iç dünyamı burada paylaşmayacağım) buraya aktaracağım. Başlıyoruz… Kahire 10 Mart 2007 12 yıl sonra yine buradayım. Hiç geleceğimi düşünmemiştim. Halbuki ne garip. Çünkü yıllarca, hatta tam 7 yıl boyunca buraya geri gelmenin hayaliyle var oluyordum. Sonra hepsi bitiverdi. […] Buraya geri dönme isteği de bitti. Ama ne gariptir ki hayat beni iş vesilesiyle buraya geri getirdi. Evet Mısır’dayım. Yeni yıl kararımı gerçekleştirmek için seyahat günlüğü tutuyorum.

C.’le beraberim. Beraber güzel vakit geçiriyoruz. Bugün piramitleri gezdik. Üstelik tek başımıza! Büyük başarı, çünkü her 10 dakika da bir, bir Mısırlı yanaşmaya, bir şey satmaya, rehberlik yapmaya çalışıyor. Halbuki kendi başımıza yavaş yavaş gezmek, havayı solumak istiyoruz.

Günlük tutmamın bir nedeni de „şimdiyi“ hiç hissedememem ve daha sonra bundan pişmanlık duymam. Şimdi üç piramit ve sfenksin karşısında, yanımda C’le oturduğumu hissetmek, anlamak ve hatırlamak istiyorum. Hava çok yumuşak ve güzel.

19:15 Her ne kadar Giza’da oturup, piramitler karşısında düşüncelerimi toparlayıp, yazmak istesem de bunu başaramadım. Etrafımızdaki insanlar hiç rahat vermiyorlar. Piramitlerin büyü ve gizemine bir türlü kapılamıyoruz çünkü yerel satıcılar veya yerel turistler sürekli olarak laf atıyorlar, dokunuyorlar ve bir şeyler satmaya çalışıyorlar. Çok yazık ve belki de haksızlık. O atmosfere her ne kadar denemiş olsak da kapılamıyoruz.

Dün indiğimiz havaalanı 12 yıl öncekinden farklıydı ya da yenilenmişti. Çok modern ve düzenliydi. Hatta havaalanından şehir merkezine giden yol ve Heliopolis Mahallesi oldukça hoş, göz alıcı ve moderndi. Uçakta ve takside yanımda kordinatörüm Caroline ve annesi vardı. Piramitlerin çıkışında bir taksiciyle pazarlık edip, Giza’dan 40 Mısır Pound’una yani 8 dolara otele geldik. Şoförün teni koyu ancak gözleri inanılmaz mavi idi. Çok derin bir mavi.

Bu arada çok mavi gözlü Arap var. İlginçtir. Otele vardıktan sonra hava kararmadan biraz Nil nehri boyunca yürüyelim dedik. Çok hoştu. Hava oldukça ılık ve üstünde bir ağırlık var. Ama nemsiz bir ağırlık. İnsanı rahatsız etmiyor. Dolayısıyla çok romantik bir atmosfer yaratıyor. Güneş batarken grubun kırmızı ışıkları Nil Nehri ve Kahire’nin yüksek binaları ve ışıkları üzerinde çok hoş bir görüntü oluşturuyordu. Nil boyunca ağaçlı ve banklı kaldırımda yürüdük. İki yabancı bayanı yalnız başlarına yürürken gören yerel halk bizi yine yalnız bırakmadı ve rahatsız etti. İşin kötüsü ısrarcılar ve bir süre sonra insanı korkutmaya başlıyorlar. O tatlı yürüyüşün bütün hoşluğunu yok etti ve beni yordu bu durum. Yine de güzel bir yürüyüştü.

Asla bir yerli gibi görünüp, algılanamayacağım bir yer herhalde. Yıllar önceki burada yaşama isteğimin gerçekleşmemesinin demek kaderde bir nedeni varmış. Daha önce dediğim gibi tüm kargaşa, kalabalık, gürültü, pislik ve bazı çirkinliklere rağmen çok romantik bir şehir. Bunu nasıl başarıyor bilemiyorum. İklimin ya da burada yaşanan ilkbaharın sebebiyle olabilir. Şimdi oda servisi sipariş ettik. Otelin, bize sunulan lüksün tadını çıkarıyoruz... F.’in de gelip görmesini çok isterim. Ne düşünür acaba? [...]belki bu şehir ve ülke ona ilginç gelir. F.’le, çocuklarımla tekrar gelmeliyim. Herkesin gezip görüp öğrenmesi gereken bir medeniyet ve tecrübe burası. [...] [...] Pazartesi, 12 Mart 2007 Dün bugün kadar yoğun bir gün değildi ama yine de yazmaya fırsat bulamadım. Sabahtan C.’le Nil üzerinde bir saatliğine fallukaya bindik. Hava oldukça sisliydi ve tahmin ettiğim gibi baştanbaşa şehir turu olmadı. Neredeyse Nil üzerindeki bir çemberde bir saat boyunca döndük. Ama yine de çok güzeldi. Hem piramitlerdeki kalabalıktan uzaktık, sadece C.’le ben, hem hava çok güzeldi. Havanın sıcaklığının yarattığı ağırlık insanı barışçıl [...] hissettiriyor. İnsan kendi o anda ve zamanda kaybetmek istiyor. Bu falluka tecrübesinden sonra buranın yine benim en azından bir süreliğine yaşayabileceğim bir yer olduğunu anladım.

Sonra otelin havuz başında C.’le vakit geçirdik. C. bana kokteyl ısmarladı. O da çok hoştu. Mart ortasında güneşten dolayı yandım. T-shirt giydiğim için de kollarımda amele yanığı oldu. Öğleden sonra çalışmak için ise geri dondum. Gayet rahat çalışma saatleri geçirdik. [...] [...] bir ara geldi, C.’i gördü. Tanıştırdım arkadaşım diye. Neyse, kadının ilk dikkatini çeken kapının dışındaki yanlış işaret oldu. Konferansın adını yanlış yazmış otel. Kadın bana orada bulunduğu 10–15 dakika içinde üç kere işaretin değişmesi gerektiğini söyledi. Sonra Caroline’a mesaj atmış, bir de telefonla aramış. Hayret yani! Sinir olduk. Akşam yemekten önce Caroline, annesi, C. ve ben otelden taksi alıp Khalil Khaniny denen çarsıya gittik. Sanırım ailemle daha önce Kahire’ye geldiğimizde de oraya gitmiştik. Çok hoştu aslında. Yılan gibi, dapdar sokaklara kurulmuş dükkanlar arasında yürüdük. Tabii satıcılar hortlaklar gibi sağ sol üst ve aşağıdan, her taraftan karşımıza çıkıp bir şeyler satmaya ve flört etmeye çalıştı. Tabii yalnız gezen iki kızı görünce öyle davranıyorlar. Ama C.’le ben işi iyi kıvırdık. Sağ sağlim gezdik, işimizi hallettik ve geldik. Kalabalık ve ısrar yorucu olsa da, çok hoş bir tecrübeydi çünkü insan kendini Ortaçağ’da ya da başka bir asırda hissediyor oradayken ve benim için çok ilgi çekiciydi. Akşam oteldeki restoranlardan birine girmeye çalıştık ama rezervasyon olmadığı için giremedik. Biz de oda servisi çağırdık. C.’le masa başında saatlerce okul kızları gibi konuştuk, güldük. Çok güzeldi. [...] Anne ve babamla yemekten önce telefonda konuştum. [...] F.’le de konuştum. Güzel mesaj atmıştı. Güzel sözler de söylüyor ama telefonda sesi sanki uyuyormuş gibiydi, pek konuşmadı. Yorgundu belki de. [...] Neyse işte dün olanlar bunlar. Haa, bir de gece televizyonda Vizontele’yi gösteriyorlardı. Şimdi konferansın ilk günündeyim. Sabah tam bir kabustu. Katılımcılar bir saat öncesinden gelmeye başladı. Neyse geçti, şimdi her şey yerine oturdu gibi ama belli olmaz bu işlerde. Umarım [...] bir sorun çıkarmaz ya da görmez. Yazmayı unuttum. Dün çarsıya giderken Kahire’nin arka sokaklarından gittik taksiyle. Çok güzel meydanlar ve kolonial Akdeniz mimarisi olan binalar gördük. Çok şaşırtıcıydı ve hoştu. Tabii bakımlı değiller ama güzeller. Atina’yı andırıyor. Gerçi Atina pek güzel değil. En azından Kahire’nin Nil Nehri var. Arapça rakamları okumayı öğrendim.

bottom of page