top of page

Brezilya Bölüm II


Tarih: 16 Aralık 2010

Gün: Perşembe

Yer: Rio de Janeiro

Çalakalem:

- Nedense A.B.D. oradan buradan bir araya getirilmiş, pek kendine has kültürü olmayan ya da daha doğrusu bana öyle bir his vermeyen bir ülke gibi gelir. Halbuki Brezilya da yeni bir ülke olmasına rağmen kesinlikle kendine has (Portekiz’den farklı) bir kültüre sahip ve millet duygusunun hissedildiği bir yer.

Rio’da güne yine bulutlarla kaplı bir gökyüzü ve yağmurla başladık. Bana yıllar önce Brezilya’nın bulutlarının ve gökyüzünün farklılığından bahseden Amerikalı bir kızın söylediklerini henüz teyit edebilmiş değilim.

Copacabana aslında Bolivya’da bir Maya köyünün adıymış ve Maya lisanında “ışıkların ufku” anlamına geliyormuş.

Bugün biraz daha “gerçek” ve insanların günlük hayatlarını sürdürdüğü sokaklardan geçtik. Fakirliği görmek daha mümkündü. Bir köprü altında, bir battaniye altında uyuyan anne ve çocukları gördük.

İki katlı koloniyal, Portekiz mimarisi esintili eski binalar, betonarme modern binaların arasında sıkışmış, dökülüyor, fakirler de buralarda yaşıyor (favelalar dışındaki şanslılar).

Bu binalar aslında eski Dakka’ya inanılmaz benziyor. F.’le tekrar, Bangladeş’te nüfus %30 daha az olsaydı, ne kadar farklı olurdu, aslında aynen Brezilya gibi olurdu diye tekrar düşündük.

Ofislerin bulunduğu şehir merkezine indik. Gökdelenler Rio’da minik bir Manhattan veya Canary Wharf oluşturmuşlar.

Bu bölgede çok modern Sao Sebastian katedralini gezdik. Mimarisi çok ilginç bir binaydı. Mayaların ya da Amazon kabilelerinin çadırları ve piramitleri tarzında tasarlanmış.

Şehir merkezindeki opera binası, Paris’teki Opera Garnier’den esinlenerek tasarlanmış. Sanat eserleri müzesi de Avrupa binalarından esinlenmiş.

Rio’da yerleşimlerin oluşum şekilleri çok ilginç. Kayalıklar, körfez, göl ve okyanusun yarattığı girintili çıkıntılı alanlardan dolayı, birçok mahalle bir diğerinden tamamen bağımsız ve kopuk. İşe gidebilmek için birçok kişi deniz yolunu kullanıyormuş.

Sonraki durağımız Şeker Dağı oldu. Buraya teleferikle çıktık ve şehrin muhteşem manzarasını başka bir açıdan görmüş olduk.

Ve tabii arada bir kendini bulutların ve sisin arasından gösteren İsa heykelini. Sanki bulutların üstünde uçuyormuş izlenimini veriyordu.

Dağın en zirvesindeyken, bizden alçak seviyede uçan şahinleri ve arada bir yanımıza gelen kertenkeleleri izlemek de hoştu.

Rio beklentilerimi tamamen aştı. Daha önce yazdığım gibi mimarisi ile değil ama doğası ve yerleşim/gelişim şekliyle Güney Amerika’da uğranması mutlak bir durak.

Brasilia şehrinin meşhur mimari Oscar Niemo’nun ofisi de Rio’da, Copacabana’daymış. Kendisi şu an 103 yaşındaymış ve 2 yıl önce 77 yaşındaki sekreteriyle evlenmiş. Her gün ise gidiyormuş, zihnini çalıştırmak için.

Öğlen hafif atıştırmayı tercih ettik (dünkü öğle yemeği tecrübesinden sonra…). Ben guavara meyve suyu içtim. Buzlu çayı andırıyordu ve inanılmaz lezzetliydi. Guava ailesinden gelen bir meyve sanırım. Yuvarlak ekmek parçaları içinde eritilmiş peynir yedim. F. de tavuklu böreğe benzer empanada yedi. Hiç sebze olmadığını fark ettim menülerde ama bol bol tropik meyve ve börek/çörek dolu. Neden hiç sebze görmediğimi henüz anlayabilmiş değilim. Şimdi biraz güneş açtı gibi.

bottom of page