20 Haziran 2018, Çarşamba
Şangay
Çin’in subtropik bölgesinde bulunan ve en yoğun yerleşimli şehri Şangay’da haziran ayı muson yağmurları ayı. Bu yağmura burada erik yağmuru lakabı takmışlar. Soğuk değil elbet ama yağış kuvvetli. Aslında su geçirmeyen bot veya çizme giymekte fayda var çünkü ayak ve ayakkabılarıma sırılsıklam oldu.
Afyon Savaşları sonucunda Çin Hong Kong’u kaybetmesinin yanı sıra Şangay’da bir bölgeyi İngilizlere, bir bölgeyi Fransızlara, bir bölgeyi de Amerikalılara kaybetmiş 1840’lardan 1949’a kadar, Dolayısıyla şehirde hafif de olsa bu elementler gözlenebiliyor. 1974 reformlarıyla, Çin açık piyasa ekonomisine yönelme kararı alınca, sayısı bir elin parmağını geçmeyen gökdelenler, bugün 4000 civarında. Şehirde henüz altyapısı eskimemiş New York havası var. Daha önce dediğim gibi Çin ayrı bir gezegense, Şangay Çin içinde apayrı bir ülke sanki. Kozmopolit ve açık tarzıyla diğer gördüğüm Çin büyükşehirlerinden farklı.
Şangay’da fazladan zaman bulunursa (ki dünyanın en yoğun trafiklerinden birine sahip bu şehirde zor) 1,5 saat araba mesafesindeki Tongli Köyü ve Shozou şehri ziyaret edilebilir. Çin’in Venedik’i denilen Tongli Köyü, özellikle bugünkü muson yağmurları altında çok hoştu. Bir sürü kanal ve çok hoş Çin mimari ve mühendislik örneği ile inşa edilmiş köprüsü bulunan bu köyde, gondolalar dahi mevcut.
Yağmurda oradan oraya koşturan ve belli ki yeni doğmuş yavruları olan köpeği aklımdan çıkaramıyorum ama. Belli ki aç ve yemek arıyordu. Her yerde yer zaman yemek bulunduran, dükkânları açık olan Çin’de, hiçbir şey bulamadım ya bu köyde, inanılmaz üzüldüm. Sanki yağmurdan ya da günün erken saatleri olduğundan hiç kimseler yoktu etrafta; benim çantamda da kuru üzümden başka…
Özellikle burası gibi hayvanlara ve Hindistan gibi yerlerde sokak çocuklarına önem ve özen gösterilmeyen yerlerden (çoğu zaman kendi ülkemiz de buna dahil ne yazık ki) bir gezgin olmanın getirdiği görevler, sorumluluklar ne olmalıdır? İçimin parçalandığı, hepsi için birer birer bireyler yapmak istediğim şüphesiz. Yeryüzü kadar kanatlarım olsa, hepsi alsam kanatlarımın altına, koruyabilsem keşke. Gezginlerin bu çaresiz ikilemine bir çözüm olabilir mi? Güzel olanı görüyoruz, tadını çıkarıyoruz, kötü olan (tabii kendimize göre) için elimiz kolumuz bağlı. Bencil bir bakış açısı belki de.
21 Haziran 2018, Perşembe
Şangay
Dün akşam Şangay’ın sürprizlerle dolu denize dolgu alanı “The Bund’da” yürüyüş yapıp, muazzam Art Deco tarzındaki bir bina içindeki Atto Primo isimli restoranda Asya yemeği dışında bir şeyler yiyince kendime geldim tekrardan.
The Bund’dan Şangay’ın hep fotoğraf ve havai fişekli yeni yıl kutlamalarından bilinen, 1990’lardan itibaren, eskiden sadece bir bataklık ve tarım alanı olan yarımadaya inşa edilmiş dünyanın en yüksek binaları arasında sayılan gökdelenleri ve hava kararınca bunların ışıklandırılmasını görmek mümkün. Nehirden geçen her türlü araç ve ışıklandırılmış gemiler de çok hoş. Beni asıl şaşırtan The Bund’ın eski Şangay tarafı oldu. Fransız, İngiliz ve Amerikan kolonileri tarafından 20’inci yüzyılın başında inşa edilmiş binalar, Çin’de olduğumuzu tamamen unutturdu.
Bu bölge eski ve yeniyi yanyana çok sık, abartısız, göze batmayan, uygun bir şekilde bir araya getirmiş. Koloni dönemi Çin tarihinde oldukça acili bir zaman dilimi elbette. Bu inkâr edilemez. Günümüzde bu eski sokak ve mimariden hoşlanmak belki de biraz suçlu hissettiriyor beni. Bir yandan da Şangay’ı farklı kılan ve özelliğini veren bu yönü. Burada insanlar, özellikle gençler daha bir farklı. Daha bir tarz sahibi ve havalı.
Yeni bir yere, özellikle bambaşka bir kültüre seyahat ettiğimde, kendimi yeniden başlat düğmesine basmış gibi hissediyorum. Her yerim yenilenmiş gibi, fikirlerim, düşüncelerim daha net gözüküyor. Çin gezimizin son durağının Şangay olması da buna etken oluyor. Eski Çin’i görüp, öğrendikten sonra bugün ve yarının Çin’i en iyi Şangay’da anlaşılıyor.
Şangay’ı çok beğendim. Dünyadaki en etkileyici şehirlerden biri diyebilirim. Hele bugün ilk olarak çok eski Şangay’ı temsil eden ve harika bir başarıyla restore edilmiş Yu Bahçesi ve Kompleksi, ardından yine yakın zamanda restore edilmiş Fransız Bölgesi’ni ardı ardına gezdikten sonra Uzakdoğu ve Batı’nın Şangay’da güzelliğine, geçmişte çekilen acımasızlıklar sırasında değil elbet ama ancak günümüzde bir araya koyularak tadına varılabiliyor.
Akşam da The Bund’a muhteşem manzaralı The Fellas’da çok kaliteli bir yemek yedik. Özellikle manzarası için tavsiye ederim. Burada yemek yiyen Türk bir aile ile bile tanıştık. Daha önce de Yu Garden’da Maraş Dondurmacısı, burada 8 yıldır yaşayan ve gerçekten Maraşlı biriyle tanıştık. Dondurması ve gösterisi Çinliler ve turistler arasında çok popüler.
Şangay gecelerine vedamızı da Amerikalılar tarafından 20’inci yüzyıl başında inşa edilmiş The Fairmont Peace Otel’in muhteşem Art Deco tarzındaki lobi, bar ve farklı katlarını gezerek yaptık. Bu otelin içini görmeden Şangay’a gitmiş sayılmaz ve buranın ruhunu ve tarihini algılayamazsınız diye iddia ediyorum.
Finans bölgesinde Ticaret Merkezi’nin 100’üncü katından bütün şehrin manzarasını izlemek de New York’un geçmiş zamanlarını hatırlattı. Yarın Şangay’a, havaalanına Maglev (magnetic levitation) aracıyla giderek, saatte 400 km yaparak veda edeceğiz. Bu muazzam geçmişe sahip medeniyetin, geleceğe yönelik, dünyaya örnek olduğu yepyeni Çin’e yaraşan öncü bir yöntemle.
Comments